17 Ekim 2014 Cuma

Düşünce Boşluğu

Sosyolog yada felsefeci değilim ya da bir akademik kariyerim yok ancak bu kadar boş konuşanın olduğu bir ülke-Dünya’da benimde söyleyecek elbet bi kaç kelimem olacaktır(Boş konuşan olarak yada dolu konuşmaya çalışan biri olarak). Şu zamana kadar söylemekten ziyade uygulama boyutunda yer aldım ama sosyal ahmaklık kurbanı olmak kaçınılmaz oldu çünkü düşünmeyi bilmeyen ve bu hastalık içinde yetişen bir topluma ahlaki kimi felsefik ahlaki değerlerle eylemlerde bulunmak sosyal ahmaklığa yol açabilir.
Başta söylediğim gibi sosyolog yada felsefeci değilim-akademi kelimesini özellikle kullandım- ancak bu cümle düşünce boyutumuzla ilgili çarpıcı bir eleştiri aslında ama okunduğunda anlaşılmayacak kadar gizli. Nedir bunun espirisi, bir bilgiye sahip olmak o donanımla konuşmak için belirli bir sıfat gerekiyor mu? Toplumumuzun temel sıkıntısı aslında bu özellikle akademik anlamda genellikle maddiyata yada şöyle söyleyelim gördüğümüz şeylere değer veriyoruz ve bunları elde etme çabasıyla binlerce yıl önceden günümüze gelen ahlaki değerlerle toplum oluşturma aşamasından geri kalıyoruz.
Çok iddialı yada çok ego sahibi olarak görebilirsiniz ancak kaçınılmaz gerçek olarak gördüğüm şey,Platon,Aristo, Lokman Hekim, İbn-i Haldun ve diğerleri doğal ortamında var olan bir bilgiyi düşünce yolu ile keşfetmiş ve insanlığa sunmuştur. Benzer dönemlerde ya da farklı dönemlerde aynı bilgi birbirinden bağımsız olarak ortaya konulmuştur ve konulmaktadır.Aynı düşünceyi okumanız sizi aynı konuda fikri ortaya çıkaran kişiyle eşit yapar mı? Bilien en iyi örnek olduğundan söylüyorum, İbn-i Haldun’un Asabiyet teorisini sular seller gibi ezberleseniz İbn-i Haldun’un ile o bilgi konusunda yarışabilir misiniz? Tabii ki söz konusu olamaz çünkü İbn-i Haldun o teoriyi üretirken o bilginin öz suyundan içmiştir.
Eee yani ne olmuş denebilir, şu olmuş ki bilginin öz suyuna temas etmeyi bırakın yakınından bile geçmeyi becerememiş ve hatta bu konu hakkında zerre bilgisi olmayan bizler kopyala yapıştır insanlar olarak günümüz dünyasında yerimizi alıyoruz. Her insan farklıdır,evet ama insan bir bütün olarak farklı olmalıdır. Yani zevklerinden düşüncelerine kadar, ancak biz her insan farklıdır dediğimizde maalesef genel olarak o kişinin renk-zevk konusundaki farklılıklarına değiniriz çünkü fikir-düşünce üretmekten aciz durumdayız maalesef.
Hocalarımız ders anlatıyor,dinliyoruz ve orada aldığımız bilgilerle sorumlu olarak sınavlarımızı geçiyoruz. Bravo çok başarılıyız!!! . En iyi ihtimalle hocalarımız, kendi fikirlerini kopyaladı ve biz zihinlerimize yapıştırdık. Demokrasi,İnsan Hakları gibi kavramların öz anlamında neler olduğu konusunda ve hatta devlet kavramının özünde ne olduğu konusunda kaç kamu yönetimi mezunu kaç uluslar arası ilişkiler mezunu gerçek anlamda fikir sahibi ?
Yukarıda maddiyatçılıktan bahsetmiştim, bunun günümüzde karşımıza çıkacak uygulamaları için kendiMize bakmamız hali hazırda yeterli ve fakat maalesef devlet aklı da farklı işlemiyor maalesef. Bir İİBF li ve kendini yetiştirmeye çalışan bir genç olarak Allah belamızı versin demek istiyorum ancak bu yazıda güzel durmaz. İİBF öğrencileri olarak FİKİR üretme kapasitesi- yönetim kapasitesi yeterli derecede verilmediği gibi bu konulara gram değer verilmiyor. Eğer ortalamanın büyük miktar üzeri(Ancak çokta değil) ve altında bir üniversitedeyseniz bunu rahatlıkla görebilirsiniz. Ve maalesef devlet aklı da farklı değil ve hatta devlet aklının bir sonucudur bu. Kimseyi yargılamak istemiyorum ancak devlet aklının verdiği fonlara göz attığımızda ortaya fikri değil, kopyala yapıştır maddi değer verenlerin her zaman önce olduğunu görüyoruz maalesef. Bir yükseklisans öğrencisi olarak Tübitaktan fon alma imkanımız yok, yani lisans döneminde ve hatta lise çağında değer koymak isteyenlere neden bunun için fon açılmaz anlamak mümkün değil. Maddi olarak bir değer(!) ortaya koyacaksınız devlet aklı her zaman arkanızda. Peki nedir bu değer, en iyi ihtimalle yurtdışından bir ürünün benzerini burada yapmak. Cık cık cık…  Ekonomik gelişim kültürel altyapı olmadan ne derece başarılı olur
Son olarak toplum içinde hep bir adım önde olması gereken uluslar arası standartlarda olanlarına akil diyebileceğimiz akademik duruma kısaca değinmek gerek. Bi kaç kelime zaten yetecektir durum o kadar vahim. Üretmesi gereken kişilerimiz maalesef kopyala-yapıştıırdan ileri gitmiyor. Yukarıda sayılan ve tarihte niceleri bulunan kişilerin akademik ünvaları neydi acaba ve bu ünvanları almak için ne yaptılar. Günümüzde çakma doktora tezleri ile dolu akademik dünyamız genel olarak içler acısı durumda maalesef. Değer üretme yarışından ziyade unvan peşinde koşmak ne derece doğru. Profesör olunca daha çok mu bilgi sahibi olunuyor?  Yani bilgi bilgi için midir bilgi unvan için midir?
Sonuç olarak ımmmm?  Sonuç yok aslında devam eden bir süreç var ve o süreçte savrulmaya devam ediyoruz. Sosyal ahmak olarak ne yaparsanız yapın bu ülkede anlaşılmanız söz konusu değil. Çünkü maddiyata önem veren ve düşünce tembeli bir toplumuz maalesef. X kişisine bir tezinden dolayı Tübitak yada bir başka kurum tarafından verilen bir ödül, tezin içeriğine bakılmaksızın toplumun genel takdirine mashar olur. Değerlendirme kriterlerimiz maalesef zayıf. Sosyal ahmaklık ise baki her konuda. . .
Bilgi dolu günler…
NOT: Yazı biraz karışık olmuş olabilir,gece gece bu kadar oluyor.  Aslında toplarlayıp yazmak güzel olur. Konuyla ilgili milletvekillerimizden de örnek verilebilir ama umarım başka bir yazıda konuyu daha derli toplu daha ne anlatmak istediğinin farkında olarak yazarım. Ama söz vermiyorum.

Tübitağın bakış açısı için linke tıklayabilirsiniz. http://forum.tubitak.gov.tr/viewtopic.php?f=146&t=1663   . Şunu da belirtmek gerekirki Ulusal Ajans gençlik projelerinde kişilerin hesabını 20.bin Euronun üzerinde para yatırırken verilen cevap ne kadar tatmin edebilir !!!

16 Ağustos 2014 Cumartesi

Patlak Top

Topumu aldım ve dışarı çıktım. Yeni taşınmıştık bu mahalleye. Hiç arkadaşım yoktu, küçüklük yıllarım. Sokakta oynamaya başladım, diğer çocuklar yavaş yavaş geldi ve bana eşlik etmeye başladılar. Kalabalık olduk, mahallenin tüm çocukları geldi. Aralarından bazıları iyi niyetli değildi biliyorum, bazıları iyiydi ama biri çok özeldi. Hepimiz çocuktuk, çok önemsemedim. Yorulanlar kaldırım kenarına geçiyor ve sohbet ediyorlardı. Ben yorulmadan oynuyordum, yorulmuyordum çünkü sevdiğim arkadaşlarım vardı, yorulmuyordum çünkü o vardı. . .
Bir zaman sonra yorulup kenarda bekleyenler başka oyun oynamak istediler. Ancak biz halimizden memnunduk ve katılmak istemedik. Azalmıştık ama oyunumuzdan zevk alıyorduk. Çoğunluk gurup oyunumuzu bozdu, topumu aldı ve çivi ile topu patlattı.
Topu elime aldım,çok üzülmüştüm.  Kenara geçtim arkadaşlarımla, patlak kısmına bir kıymık yerleştirdim. Oynamaya devam ettik. Öğrendim ki bir çok çocuğun evde topu varmış ancak dışarı çıkarmazlarmış, toplarının patlamasını istemezlermiş. Bunu öğrenmemin ardından bir zaman sonra patlak topla oynamak istemedim. Oyunumuzu tekrar bozmalarından korktum.Topu elime aldım ve sokaktan uzaklaştım.Arkadaşlarım peşimden koştular, özellikle de o koştu ama yetişemediler,yetişemedi...
Mahallenin dışına çıkmıştım, annem duysa kızacaktı. Elimde topum, çayırda yanlız başıma oturdum gözlerim doldu, onu özledim. . .

Sonra biri geldi, sakallı.Yüzünde tebessüm yoktu önceleri korktum ancak yüzüne baktıkça tanıdık geldi,sesimi çıkarmadım. Beni görünce ne hissettiğimi anlamıştı, ama konuşmuyor gülmüyordu. Topu eline aldı,cebinden bıçağı çıkardı ve topu ikiye böldü. Yarısını benim başıma koydu, diğer yarısını ise kendi başına. Hafif tebessümü beni rahatlattı.  Bıçağı cebine koydu ve bana çikolata verdi. Sonra oradan uzaklaştı.

14 Ağustos 2014 Perşembe

Köy

Yolculuğum sırasında bir köye uğradım. Köyün girişinde köyün geçmişini tanıtan güzel bir yazı vardı. Yazıyı okudum ve ne kadar zengin kültürlü bir yer dedim içimden. Bu yazının yanında köyün manifestosu vardı, o kadar güzel kaleme alınmış ki, ahlak kuralları,yasal kurallar,evrensel değerlere bağlılık. .. burada bir süre kalmam gerektiğini düşündüm. Ne güzel bir köydeydim,ne kadar çok şey öğrenecektim.
Köyden içeri adım attım ve biraz ilerledim, karşıma köyden bir kaç kişi çıktı. Hareretli bir şekilde birilerini eleştiriyorlardı, keyifsiz ve mutsuzdular. Önceleri anlamadım, hayal ettiğim yere benzemiyordu. Üzerinde çok durmadım,heryerde olabilecek şeylerdi.
Köyün içine doğru biraz ilerledim, köyde muhtar seçimi vardı. Muhtarlık için ise iki aday çekişmekteydi. Ne kadar demokratik,ne kadar iyi. Köyde bir çok aksaklık görmüştüm ancak sanırım gelecek muhtar adayı bunları köylülerin desteğiyle hızla düzeltecekti. Merak ettim,neyin nesi bu adaylar? Yolda bir köylüye rastladım ve adaylar hakkında bilgi istedim. Desteklediği aday hakkında o kadar iyi konuştu ki, muhtar olarak onun seçilmesi gerektiğini düşündüm. Ancak konuşma devam ettikçe diğer adayı kötülemeye başladı. Kafam karışmıştı, muhtarı neden desteklediğini sordum.
-Ben köy halkı için adayımızı destekliyorum. Diğer aday çok kötü, çalıyor ve hiç iş yapmıyor. Bize hayatı zindan edecek.
Muhabbeti koyulaştırdım. Bir süre sonra, bahçesine ev yapmak istediğini öğrendim. Bunun için muhtardan izin alması gerekiyormuş. Seçimlerin sonuçlarını bekliyormuş. İlginç dedim kendi kendime, hiç mantıklı değil. Neden seçimleri bekliyorsun, eğer bu senin hakkınsa şimdi yapmaya başlarsan daha iyi kış ayına kalmaz evin biter.
-Olur mu beyim, evi yapmam için komşunun arazisinin bir kısmını kullanmam gerekiyor. Komşum bunu kabul etmiyor. Eğer desteklediğim aday gelirse komşum itiraz edemez, evimi ucuz yapmam için her türlü desteği adayımız sağlayacak.
İlginç peki köyün girişindeki manifestoda seninde imzan var bu yaptığın doğru mu?
-Beyim, ben sadece kendim için istemiyorum, desteklediğim aday aynı zamanda herkese adil davranacak ve yanlışları düzeltecek. Ayrıca arazisinden istediğim komşum geçmişte haksız yere burayı bizden aldı. O zamandan beri kendilerini hiç sevmem.
Anlamadım ama çok sorgulamak istemedim. Kahveye gidiyordu, bende köy kahvesine oturmak için peşine takılım. Yolda birini gördük, bak dedi bu arazisinden alacağım komşum, ama konuyu açma. Tamam dedim.
Komşusu yaklaştı ve birbirlerine sarıldılar. Kardeşmiş gibi, birbirlerini çok seviyormuş gibi. Daha sonra komşusunu tanıştırdı ve kahveye çay içmeye davet etti. Birbirleriyle çok yakın konuştular, konuşmalarından anladığım kadarıyla aynı muhtarı destekliyorlardı. Arazisine ev yapmak isteyen kişi yolda bir arkadaşını gördü ve onunla konuşmaya gitti. Yeni tanıştığım kişiyle uzakta onu beklemeye başladık.
-Şunu görüyo musun? Kendisini hiç sevmem. Arazim var, oraya büyük bakkal ve kahve yapacağım ama kimseye söyleme. Onun arazisine ihtiyacım var, inşallah seçimlerden sonra desteklediğim muhtar yardım edecek, çok para var bu işte.
Köydeki manifestoda imzası vardı ve çok şaşırmıştım. Bu köy halkı kardeş gibi olmalıydı. Anlamadım, yolda üç kişi yürümeye devam ettik. Kahveye ulaştığımda herkesin mutlu şekilde oyun oynadığını sohbet ettiğini gördüm. Çok sevindim.
Bir masaya oturdum, masadaki herkes karşı masadakileri çekiştiriyor, aileleri hakkında ileri geri konuşuyorlardı. Çok üzüldüm,sadece dinledim.
Masa da otururken 7 yaşında bir çocuk geldi. Bana bir kağıt verdi. Abi bu kağıdı kimseye gösterme dedi. Kağıdı açtım, yolda yürürken çeşmede su dolduran kızlardan biri beni görmüş ve görüşmek istemişti. İçimde garip bir his.
Saat ve yer belirtti, çok düşündüm ve o akşam buluşmaya gittim. Konuşmaya başladık, o kadar güzeldi ki. Ay,yıldızlar, doğa. . . ve en güzeli kalbini açmıştı bana. Çok vaktimiz yoktu, konuştum sadece içimden geçenleri. Aslında konuşmak değil,dinlemek istiyordum sesini ancak sadece konuştum. Çok vaktimiz yoktu. İstedim ki bana inansın,bana güvensin. İstedim ki sadece mutlu edeyim, ben konuştukça mutlu oluyordu. Sevmek karşısındakini düşünmek değil miydi. Az vaktimiz vardı,ayrılma vakti geldikçe konuşmamı artırdım. Kız mutluydu. Ayrılma saati geldiğinde kız gözlerime baktı. Bana güvenmediğini söyledi. Nedenini sordum sadece. Aslında açık bir nedeni yoktu ama anlamıştım,belli ki o da anlamamıştı.
-Ben çok konuştum biliyorum,sesini duymak benim konuşmamdan daha önemli benim için ama içimden sadece seni mutlu etmek geçti. Ben konuştukça güldün, sen güldükçe güldüm. Sen güldükçe mutluydum dedim, inanmadı.
Kafasını çevirmedi, yüzüme bir kez daha bakmadı ve gitti. O gece orda kaldım, hareket edemedim,düşünemedim, ne yapacağımı bilemedim. Sadece oturdum. Evine gitmek için ayağa kalktım, sadece gözlerinde ki ışığı görmek istiyordum. Gerçekten güvenmiyor muydu ama gidemedim. Gidemedim çünkülerim vardı. Olduğum yere oturdum.
O gece bir çok olaya şahit oldum, inanamadım. Bu köye bu yüzden gelmemiştim, bütün bunların kötü bir rüya olmasını istedim. Sabah kahveye gittim, kahve sahibi ve oldukça yaşlı bir amca vardı. Amcanın yanına oturdum ve konuşmaya başladık. Köyün girişindeki manifestodan bahsettim ve bir günlük sürede yaşadıklarımı anlattım.
-Evlat ben yıllardır bu köydeyim. Eskiden çok güzel bir köydü, insanları daha güzeldi. Evet zaman zaman su sıkıntısı çekiyorduk, elektiriğimiz yoktu ama güzeldik. Biz güzeldik ama nedenini anlamadık,geleceğimizi güzel yetiştiremedik. Bu köyün bir adı vardır, utandığımız için adını köyün girişine yazmayız.
Merak etmiştim, hiç aklıma gelmemişti köyün adı.
-Bu köyün adı: –mış gibi köyü. Gördüğün hemen her şey sahtedir, arkadaşlıkları dostlukları. Arkadaşmış gibi yaparlar, dostmuş gibi yaparlar, mumnunmuş gibi yaparlar,severmiş gibi yaparlar...En kötüsü düşünüyormuş gibi yaparlar ve sadece buna inanırlar. O kadar kötü bataklıkta farkında olmadan çırpınırlar, yaptıklarının hiç farkına varmazlar. Kendi çıkarları için muhtarı desteklerler,ancak kendilerini köyün çıkarları için desteklerdiklerine ikna ederler. Ve işin kötü tarafı bunlara ikna olurlar. Hepsi birbirinin kuyusunu kazar ama birbirlerine yakın davranırlar. Aklın varsa git bu köyden,bu köyde durmak sana yaramaz.
Peki dedim, o kızın hissettikleri, onlarda mı yalandı.

-Yaşlı adam kafasını kaldırdı ve sadece güldü...